TRT bunu yaparsa!
Mesut Yar, TRT'nin maskesini düşürdü.
Sahteymiş paraların hepsi! TRT bizim paramızı kimseye vermesin dedim. Öyle oluyormuş zaten. En azından Bir Zahmet isimli kamera şakası programında... Sunucunun insanların eline tutuşturup kaçtığı paralar sahteymiş. 25 liraya oynatıyorlarmış aslen o figüran tayfasını. Üstüne çekim sırasında sert bir fırça çekiyorlarmış... Bizim paramızı koruyormuş TRT. Garibanların yüzünün güldüğüne bakmayın hepsi yalanmış. Belgeli konuş diyenler kapatsın çenesini. Bu yazının sahibinde onlar da varmış... TRT seviyormuş vatandaşını. Onun parasını koruyormuş. Bunun için minik bir sahtekarlık da yapsa ne mutlu, adı üstünde her şey şakaymış. Paralar bile! Ürik asit koması da öldürmez ise... Sabah beş buçukta uyandım. Uyku haber vermeden kaçıp gitmişti aniden. O saatler için en iyisi sert bir kahve. Bilgisayarın başına oturdum. Gölgeler geçti önümden... Ekranı düşündüm. Aklı başında bir sayfayı kaleme almak en fazla bir saat sürer. Ama aklının da yerinde olması gerek. Ve bugünlerde akıl herkes için firarda... Yaprak Dökümü’nde eve gelen et faturasına baktım. 460 TL yazıyordu. Çocuk yaşta bir işçinin bir aylık ücreti. Asgari yaşamak zorundasın buralarda... Bir dana yemiş olabilirler mi diye düşündüm. Ali Rıza cüssesiyle hakkını verebilirdi koca bir budun. Ama Necla pek çelimsizdi bu işler için... At ve eşek eti gerçekliği düştü aklıma. Bu fiyata hâlâ dört ayağı üstünde durabilen bir katır alabilirdin. İnsan yemeye kıymaz hem... Belki de kasabın bir garezi vardı bizimkilere. Tam olarak bilemiyorum. Yıllar boyunca memurun kaderi gereği veresiye yazdıran Ali Rıza’dan intikam alıyordu. “Bak kızın zengin oldu, ödesin” diye hunharca iç geçirerek... Sonra Ali Rıza’yı düşündüm yeniden. Hayat giderek zordu onun için. Ve giderek ölmüyordu. Belki son çare ürik asit komasına girmek diye düşünmüş olabilirdi... 460 liralık et yiyerek. Benzerlerine oranla çok daha pahalı bir ölüm hem. Öyle bir faturayı memurken verselerdi eline kalpten ölürdü gerçi ama; olsun bazı ölümler şatafatlı olmalı... Yapraklar gut olup ürik asit komasında bile dökülmezse, bu evrende sana ölüm yok Ali Rıza. Orman katliamına devam ağabeycim anlayacağın! Canım Ailem ışınlarken... Yiğit delikanlı Haydarpaşa’dan trene atlamış. Rötar filan da yok. Artık kafasına koyduğu menzil neresiyse gidecek oraya... Benim Canım Ailem (atv) Yiğit’in seyahat özgürlüğüne ambargo koymaya niyetli. Topukluyorlar bütün aile İstinye’den Haydarpaşa Garı’na doğru... Ve demin trenin kalkmasına beş dakika varken, gidiyorum düdüğü çalmadan yetişiyorlar vagonlara... Hazerfen’in Galata Köprüsü’nden Üsküdar’a kanatlarıyla inmesi en az 15 dakika. Şehir Hatları vapuru Beşiktaş’tan 25 dakikada alıyor garı. Metrobüs en hızlısı trafikte ama onun da ray eksiği var iki muhit arasında. Ve neresinden bakarsan 40 kilometrelik mesafe kervan hızıyla üç gün eski zamanlarda... O zaman büyük bir keşif yaptı senarist takımı. Işınlıyorlar sevenleri birbirine. Beş dakikada Haydarpaşa Garı. Ve beş saniyede tutulan aklım. Yeri gelmişken bir de sosyal mesaj sıkışsın araya; nasıl olacak hakikaten İstanbul trafiğinin hali?.. Züccaciye dükkanındaki fil! Bu Kalp Seni Unutur mu, yıllar öncesinden kulakta kalan bir ezgi. İki hafta öncesine kadar yolunda yürüyen bir dizi... Beş gün öncesine kadar her akşam bir bölümden dört gün üst üste yayınlanacak bir uzun metrajlı hatırlatma. Ve dün yayından kalkan bir eski alışkanlık... Bu kalp hakikaten unutmayacak bir şeyleri. Ve yine bir son dakika gelişmesi olmazsa, pin pon topu gibi yuvarlanan bir sürü izleyicinin kalbinde bir ağrı olacak en azından... Show devam etmeli ama izleyicinin kalbine züccaciye dükkanına girer gibi giren bir fil olarak değil. Bilmem anlatabildim mi?.. Ölen kurtuldu ama... Meslektaş haber koşusunda. Ve çok yorucu bir koşu bu. Gözden kaçırıyor hayatı o hız içinde. Bir de tekrar koydukları var ki mezara; vah aman... Atv Haber’i izliyorum. Fazla telaşlı akıyor hayat. Biri için değil artık; yönetmen, oyuncu ve sanat adamı Yılmaz Duru aramızdan ayrılmış... Haber onun eserler, sanatçı çapı vesaire üzerinden akıyor. Ama gösterilen resimdeki adam o değil. Önceki sene yitirdiğimiz bir başka sinema adamı Orhan Günşiray... İkiyle çarpıyoruz içimizdeki acıyı. Hayat telaş içinde akmaya devam ediyor. Yanlış ve doğrularıyla bitmeyen bir telaş içinde! Bir nihale vardı hatırlarsanız... Yemektesin (Show TV) biliyorum. Seni rahatsız etmek istemem. İnsanların lokması rahat geçmeli kursağından. Ama çok konuşuyorsun biliyor musun? Tanımadığın insanlar, onların yemekleri, mutfakları ve giderek özel hayatları sürekli dilinde. Yemek masasındasın; lokmanı iyi çiğne, tabağında artık bırakma; günah... Sen ev sahibi, böyle kol kanat gerdiğime bakma sana. Önce özenle masaya yerleştirdiğin tabakları. Sonra neden teker teker mutfağa taşıyarak doldurmaya çalışıyorsun? Nihalen yok mu evde bir tanem? Getir çorba tenceresini koy üstüne; doldur kaseleri aynı zamanda ki erken başlasın yemek. Öyle de bitsin bu kalp acısı... Yemektesiniz biliyorum. Lokmalarınızı boğazınıza dizmek istemezdim ama aç tokun halinden anlamıyor işte...
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.